24 Eylül 2014 Çarşamba

Tanrı Olmamak ve Bilinmezlik



Tanrı olmadan onu tam olarak kavrayabilir miyiz? Yani biz tanrının ta kendisi değilsek eğer onu anlayabilir miyiz? Bence mümkün değil.


            İnsan olarak hep bir bilinene, aşina olunana yönelme, onu sevme eğilimimiz var. Olayları veya olguları hemen bir sınıflandırma ve nitelendirmeye tabi tutma ihtiyacı duyarız. Bilmeyi bir erdem sanarız fakat bilmemek bana göre daha büyük bir erdemdir. Bilginin doğruluğunu veya erişilemezliğini yeterince sorgulamayız.


            İnsan için duyu organları dışında kalanlar belirsizdir. Yaratılan tüm varlıklar içinse tek bir mutlak sonsuzluk ve belirsizlik vardır: Tanrı.


Bilimsel düşünmek sadece deney ve gözleme dayalı düşünmek anlamına gelmez. Felsefe ve mantıkla içi içe geçmiş bir düşünce şeklidir. Bu bağlamda bir tanrının varlığına inanmak bilimsel düşünce gerektirir. Bilim ve felsefe aslında dini çürütmekten ziyade onu besleyen unsurlardır. Nitekim belirsiz bir varlığa inanmak için gereken delilleri araştırmak, mantıksal çıkarımları ve sorgulamaları yapmak bilim ve felsefe sayesinde mümkündür.


Biz bu aciz halimizle henüz “varlık” ve “yokluk” kavramlarını bırakın açıklamayı bunların dışında bir durumdan dahi haberimiz yok. Mümkün olabilecek sonsuz duyu türünden haberimiz yok. Olay ve olgu dışında başka kavramlar olabilir bilemeyeceğimiz, ya da bilmekle dahi ilgisi olmayan. “Sonsuzluk” öyle bir kavram ki adını bile koymaktan kaçınabiliriz. O halde tek yapabileceğimiz bilinmezliğe inanıp saygı göstermek olacaktır.



Adına tanrı ya da Allah deyin hiç fark etmez, bir yaratıcının olmadığına inanmak ve bilinmezliğini kabullenememek bana göre hiç de bilimsel değil!




16 Eylül 2014 Salı

Sabit Fikirlilik




Kötü insan veya kötülük kavramının temellerini oluşturan sabit fikirliliktir. İyiyi ve doğruyu araştırmamak veya kabullenememek kötülüğe giden yoldur. Bu durumda iyi niyetimiz de maalesef bizi kurtaramayacak.

Burada sabit fikirli insanları tarif etmeyeceğim. Onlar; “bilmiyorum, olabilir, belki, neden olmasın, haklısın, aslında mantıklıymış, hmm” gibi söz öbeklerini unutmuş gibi görünüyorlar. Tabi ki kibirlenmelerinden dolayıdır bu halleri. Bana göre kibir insanlığın en azılı düşmanlarından birisi. Kimdir bu her şeyi bilen insan? Kimdir bu her şeyi aslında hiç kimseden öğrenmiş olan insan?

“Kabullenememek” kadar kötü bir hastalık var mıdır dostlar? Birşeyler hala zorumuza gidiyorsa hiç düşünmemişiz demektir. “Aman allahımm, hayır ben yanlış biliyor olamam. Kesinlikle doğru olan benim bildiğim. Bir şekilde bunu kanıtlamam lazım. Seninki doğru olsa dahi bunu senden öğrenmiş olmak zoruma gideceği için söylediğin şeylerle alay etmeliyim veya duymazlıktan gelmeliyim. Bilgilerim bana doğuştan verildi, kimseden öğrenecek bir şeyim yok. Hele senin yaşında ve cahil birinden aslaa!” Böyle diyoruz aslında kendi kendimize.

“Hiç bir şey bilmiyorum, ne kimseye bir şey kanıtlama ne de vaad etme gibi bir derdim yok. Herkes ve her şey nasılsa öyledir.” Böyle diyelim ve doğru bilgiyi araştırıp onu en güzel şekilde kullanmaya devam edelim. Bilgimizi insanlar üzerinde hegemonya kurmak, böbürlenmek için kullanmayalım.

Öyleyse bugüne kadar öğrendiklerimizi unutmaya hazır mıyız? Yoksa hala ısrarla dünya düz mü diyoruz?





Her Şeyin Teorisi

1- Acizim Her şeye güç yetiremem, mutlak güce sahip değilim. Duyu organlarım kısıtlı, her şeyi bilemem. Ölümlüyüm. 2- Zaaflarımın farkındayı...